Güneş
neredeysek orada bulur bizi
Ya cünup ve yalancı veya miskin ve ülser.
Falımız neyse çıksın diye açarız indeksleri
Sayılar bizi bulur, o ayıp işaretler*
Ya cünup ve yalancı veya miskin ve ülser.
Falımız neyse çıksın diye açarız indeksleri
Sayılar bizi bulur, o ayıp işaretler*
Bir tutunamama öyküsüdür modern insanın yaşadığı/yalnızlığı. Dün ve bugünün
hesabını vermeyen/veremeyen ama gelecek kaygısı ile sürekli terbiye edilmeye
çalışılan netameli bir öykü bu. Bundan, kayıtlara düşmeli tüm olan biten. Zira
zaman, ellerimizden kayıp giderken kâr/zarar hesabında olmaması gereken bir
muhite kayıtlarımız düştü. Suretimizi unuttuk nicedir. Nicedir, hüzzam bir öykünün
nağmeleri kulaklarımızda. Anlatım kalıplarının hiçbirine sığmayan ama özünde
hep bir sızının vuku bulduğu, anlatması kolay, velâkin zaman denkleminde hazinliği
mendil ıslatan bir öykü bu... Ve bir o kadar ağlamaklı…
“Sevda ne yana düşer Usta?” dizesinin
artık anlamsız olduğu üzerine kurgulanmıştır her şey. Neye karşılık geldiğini/geldiğimizi
bilmediğimiz bir “Kurgular Cumhuriyeti”nin sakinleri olup çıktık. Kendi
yanlışını/acısını/umudunu/hayalini yaşayamayanların bağrışlarından oluşan
kalabalıklar oluverdik bir anda. Kabahatlerimizi başka kabahatlerle örtme
konusunda mahiriz artık. O kadar kendimizden eminiz. Bu eminliğimizi
sorgulayanlara olduğu gibi karşıyız. Toptan redde meyyaliz. Olduğu gibi küfrediyoruz
karşımıza konulan eleştirilere. Bir yanlışın da koynunda büyünülebileceği
ezberi, modern dünyanın suları altında kaldı. Limanlara çöl yalnızlıklarını
boşuna kondurmadık.
Ekmeğin aslanla olan hasbıhali, çoktan kayıt dışı hayatlarımızda masal
tadı oluverdi. Fark etmedik bile. Sabahı karşılamak bir zaman mefhumu değil
artık. Mekân ise kara parçasıdır artık yüzeyin herhangi bir yerinde. Coğrafyalara sığmayacak ölçeklerden münezzehtir
hüznümüz velhasıl… Bilemedik.
İman denilenin aslında “aşk” ile olan içli dışlı muhasebemizi/muhabbetimizi
sosyal/siyasal/ekonomik âleme kurban vereli ellerimize ve dahi kalbimize
sirayet eden kanı temizlemek epey bir zamandır çaba olmaktan sayılmıyor.
Kabullendik. Kanıksadık. Antlaştık. Biz, kabullenip kanıksadıkça ve antlaştıkça
gelip geçici olanın uçuculuğuna, karanlık tarafın uysal müritleri oluverdik.
Eskiden ama çok eskiden mütemadiyen yoklama çekerdik kalbimize. İtikadın,
balçıkla sıvanamayacağını bilirdik. Yürümenin bir yol ayrımı tabelasından daha
fazlasını içerdiğini tecrübelerimizle sabit kılmıştık. Her çekilen yoklamada
biraz daha kuşkuya boyanırdı tüm uzuvlarımız. Gocunmazdık. Şüphenin kendini
belirsiz bir tende bulmasını imandan sayardık. Şükür sahibiydik. Nihayetinde varılması
gereken yere varır, eksiğimize iman etmiş bir hal’de yaşamaya devam ederdik.
Şimdi tüm mesele, bu hazin ve bir o kadar ağlamaklı öykünün bizden ne
kadar aldığıyla alakalıdır. Ve tabi geriye ne bıraktığı… Bütün bu yazılanlar
bir hamaset oyunu olarak algılanabilinir. Şizofrene bulaşmış bir aklın/ruhun
kendi kendisi ile konuşmayası ya da… Ama en nihayetinde geride, konuşulacak bir
mevzuumuzun dahi kalmadığı gerçeği var önümüzde. Herkesin gözü aydın. Ölüm, çok
uzak artık bizden… Zaten arzulanan ve bir nesne haline getirilmeye çalışılan da
bu değimliydi? Muzaffer bir eda yakışır şimdi.
Bir tutunamama öyküsüdür modern insanın yaşadığı. Zira tutunacak bütün
dallar, birer bire koparıldı itina ile.
İnanmayı ve güvenmeyi yitirdi çünkü âdemoğlu. Bazen bir şiirin, bir öykünün ;
bazen bir cümlenin bazen de sadece bir gülüşün hayatlarımızı değiştirebileceği,
bir ihtimal olmaktan çıktı. Kapımızı tıklatacak yarenlerimizi ( siz bunu “her
şey” olarak da okuyabilirsiniz ) suyun öte yakasında unuttuk. Arama zahmeti ise
kuvvet yoksunudur bu zaman aralığında. Aldık ve kabul ettik.
Anlatmalı demişti adam. Sade ve sadece anlatmalı. Bir anlatıcıya düşen,
kıyıya köşeye bırakılmış/atılmış fiil köklerinin hakkını vermek olmalı demişti.
Buraya kadar gelmişken şöyle demeli: Belki biz, şehir ahalileri olarak
kendimize itikat telkin edebileceğimiz bir şeyler bulmamızın tam zamanıdır. Tam
zamanıdır ya da ölmenin…
Biz şehir
ahalisi, üstü çizilmiş kişiler
Kalırız orda senetler, ahizeler ve tren tarifesiyle
Kimbilir kimden umarız emr-i bi'l-ma'ruf
Kimbilir kimden umarız nehy-i ani'l-münker
Bize yalnız oğulları asılmış bir kadının
Memeleri ve boynu itimat telkin eder.**
Kalırız orda senetler, ahizeler ve tren tarifesiyle
Kimbilir kimden umarız emr-i bi'l-ma'ruf
Kimbilir kimden umarız nehy-i ani'l-münker
Bize yalnız oğulları asılmış bir kadının
Memeleri ve boynu itimat telkin eder.**