26 Mayıs 2023 Cuma

Porselen bir endişe: Kendinden Başka Herkes ( Hatice Nisan ) *

Hans Blumenberg 'Endişe Nehri Geçiyor' adlı kitabında, Hyginus’un meşhur fabllarından birinden bahseder. Fablda Cura (Endişe), alegorik bir figürdür; bir nehri geçerken balçıklaşmış toprak görür, ondan bir parça eline alır ve ona bir biçim verir. Biçim verdiği şeklin ne olduğunu düşünürken yanına Jüpiter gelir. Endişe, Jüpiter’den bu şekle bir ruh vermesini ister. Jüpiter, isteği gerçekleştirince bu sefer ona bir de ad vermek ister ve kendi adının verilmesi için ısrar eder. O sırada Tellus (Toprak) ayağa kalkar ve o da kendi adının verilmesini talep eder. Bu tartışmanın içinden çıkamazlar ve Satürn’ün hakemliğine başvururlar. Satürn, Jüpiter’e ona ruh veren olduğu için ölümünde ruhunu alacağını, Tellus’a ona kendinden bir beden verdiği için bedenini geri alacağını, Endişe ’ye ise de ona bu şekli veren olduğu için yaşadığı sürece onun sahibi olacağını söyler.

Hans Blumenberg, insanın yaradılışına ve kökenine dair yorumlanan bu fablın çekirdeğinde -art niyetsiz- eksik bir kısım olduğunun altını çizer. Ona göre, Endişe balçığa kıyı boyunca da rastlayabilirdi ama balçığa yansıyan kendi imgesini görmek için nehirden özellikle geçmiştir. Endişe, balçığa şekil vererek sanatsal arzunun kullanımına dair sembolik bir eylem sergilemiş ve bu eylemle insanın kökenine dair mitosun kalbindeki boşluğu şu yorumla kapatmıştır:

“Endişe insanı icat ettiği için değil, insan onun suretinde ve onun benzeri olarak yapıldığı için ömür boyu insanın sahibi olacaktı.”(1)

Endişe’nin doğurduğu sanatsal arzunun edebiyattaki muhataplarından olan şairler, şiir aracılığıyla "ben" demeye cüret ederek, kendi derinliklerindeki düşünceleri yüzeye çıkarıp onlara bir ruh, biçim ve ad verirler. Endişe çoğalır; şüphe, matem, kavga, öfke, isyan gibi tonlara kavuşarak gündelik hayata sıkışmış insana kendini ifade biçimleri sunar. İnsan, o sıkışmışlığın verdiği fanilerden bir fani olma hissi karşısında, kalıcı bir mesken edinmek istediği için bunu şiire transfer eder. Bazı şairler bunu gündelik hayatın rutin çemberlerini, çelmelerini, kanıksanmış zikzaklı tekrarlarını atlayarak yapar, bazıları ise kayıt düşmek adına gündelik hayatın telaş maskesinin ardındaki gücünü göz ardı etmeden onu da şiire katarlar.

Gündelik hayat, ilk bakışta ebediyeti uyandıran derin ve soyut düşüncenin uzağında dursa da bu düşüncenin yıpranması karşısında bağları yeniden örme ve o düşüncenin çekirdeğindeki yaşantıyı besleme gibi bir gücü elinde tutar. İnsanoğlunun varoluşunu dokumasına yardım eder. Bununla birlikte gündelik hayat, arka planda ikna edilmiş duygu ve düşüncelerin verdiği emniyet hissi ile kolaylaşabilecek bir sistemdir. Hem toplumda hem insanın iç dünyasında türlü muhalifler barınır. Kişi, toplumdaki muhaliflerin taciziyle dış dünyayı yönetemediğinde destek almak için içine yönelir, bunu da yapamadığında tükenir; varoluşun dokuması sökülmeye ve yaşam deseni kaybolmaya başlar. Gündelik hayatın nabzı olan mekânlardan biri olan kalabalık bir caddeden geçerken gözlemlenenler, bize kadar ulaşan tüm öğretilerin bizi ikna eden ve caydıran taze kanını içinde taşır. Bu anlamda şairin bir bulvarda kalabalık akarken söylediği şiir, bir zamanlar bir ozanın nehir kenarında dinginlik içinde söylediği şiirden çaba ve niyet olarak farklı değildir. İkisinde de bellek kazandırma çabası vardır. Doğadan ve lirizmden uzak koşullarda -şiirsel bir gözle bakıldığında hoyrat görünen- doğan şiir ihtiyacı, bu hoyratlığın el koyduğu manzarayı da şiire düşürmek ister. Bu anlamda şair, ağaçları, gökyüzünü, mevsimleri, hâlâ şiirselliğe hizmet eden detayları kayıt altına alırken arkadaki motor seslerini ve uğultuları da kayda alır. Her devirde kayıt altına alma koşulları değişiklik gösterse de, içinde bulunduğu âna doğru “şimdide” genişlemeyi seçen her şair için bu kayıt şekli bir gelenektir.

Şair, geçmiş zamanlardan kendisine doğru uzanan tüm elleri tutar ve kendi avucundaki yaşam belirtisi ile ısıtır. Şiir, insanoğlunun bitmek tükenmek bilmeyen noksanlığına karşı bir iç dökmek olduğundan, Lacan’ın tanımını ödünç alırsak, 'şairin yazgısı ötekinin borçlarını silmektir'. (2)

Bu borcu, bir bellek borcu olarak kabul eden şairlerden Cihan Ülsen, 'Kendinden Başka Herkes' adlı şiir kitabında, hiçbir zaman tam ödenemeyecek olan borcun altına giren şairin bu borcu devreden ve kayıt altına alan yönünü ön plana çıkarır. Hyginus’un Endişe karakterinin nehre elini daldırışı ile insana ve şaire taksim edildiği farz edilen miras için kendi adına şu çabayı dile getirir:

"Bütün bir çaba durmadan akan suya bir bellek kazandırma çabasıdır."(3)

Bu cümle üzerine düşünürken, Rudolf Borchardt’ın benzer bir düşünce ile şairin bellek ile olan temasını açıklayan bir sözüne rastladım. 'Kendinden Başka Herkes’e giden merdivenler görünür oldu: "Nasıl ki modern bilim insanları, insanları küçük porsiyonlara ayırıyorsa, nasıl ki binlerce, milyonlarca küçük canlı bizim hepsini kaplayan bir birlik olarak mercan kayalığı dediğimiz şeyi oluşturuyorsa, her şair için de yaşadığı zaman, ait olduğu toplum, hatırlama ile bütüne ilişkin adı konamayan bir sezgi arasında bir basamağa işaret eder ve şair tek başına diğer bütün basamaklara da aynı ölçüde katılır." (4)

'Kendinden Başka Herkes' kitabında, zihin bir iç mekân, çevrede olup bitenler ise dış mekân olarak mesken tutmak adına şiirde yerlerini alır. Şiirin gözü mercek gibi iç mekânla dış mekân arasında hareket halindedir. Şairin zihninde ve çevresinde biriken izlenimler harflere doğru harekete geçer ve hafızanın sinir uçlarını uyandıran bir dünya yaratılmaya başlar.

Birinci Denklem adlı ilk bölümde, iç mekân ve dış mekân şairin “kendisi” ve “öteki” üzerinden kurulup kurulup bozulan bir denklemde yerlerini arayarak ilerler. Çelişkiler, zıtlıklar, bağlamından koparılmış söylemlerin başına buyrukluğu -gündelik alışkanlıkların renkli ambalajlarına bürünüp hedef şaşırtması- tüm bunların farkında olan insanın tek başınalığı ve "ötekilerin" negatif anlamda "herkesleşmesi" hayret, sitem, öfke ve muhakemenin içinden geçer. Kişinin zannettikleri ile şahit oldukları arasındaki boşluk, sosyal bir tıkınma ile çiğnenmeden tüketilmiş görünür. Kitabın ilk şiirinde geçen "İkrar derim hep boşluğa ses verir" mısrası, ikinci bölümün girişindeki "Dünyayı tamamladım suskunun boşluğuna" mısrasının içinden geçer; "Cîwayaz" şiirinde duyulmayan bir haykırışa döner, "Göğüs Boşluğu" şiirindeki üç boşluğu dalgalandırır ve son olarak boşluğun boşlukta çınlamasının hüznü ile kitabın sonunda yer alan Aldous Huxley’in sözüne siner:

"Ya da şüphe nedeniyle ölümüne alt üst oluşların görkemini bulamazsınız mutlulukta".

Bu mısranın geçtiği ve kitabın yüzünü zaman nehrine çeviren ilk şiir, ismini Andrey Zvagintsev’in "The Return" (Dönüş) filminden alır. Filmde, yıllar sonra ansızın dönen bir baba ve iki erkek kardeş, babalarına olan yabancılıklarını da yanlarına alıp içeriği hakkında tam olarak fikir sahibi olmadıkları bir yolculuğa çıkarlar. Film boyunca iki kardeş ortaklaşa bir günlük tutar ve bir fotoğraf makinesi ile çekim yaparlar. Bu yolculuk, babaları ile çıkan bir tartışmanın ardından babanın yüksek bir kuleden düşmesi ile trajik bir sona düğümlenir. Çocuklar, çocukluğun kendilerini apar topar terk etmesinin şaşkınlığı ile evlerine dönerken, kadraja giren tüm yolculuk fotoğraflarını sondan başa doğru tersine bir sırayla seyrederiz. Bu filmin ismini ve ruhunu, sevdiklerimizle kurulan ilk bağları şiire alma ve filmdeki fotoğraf kayıtlarına benzer bir sırayla yerleştirme tercihini şair "Yanılgı Talimleri" şiirinde şöyle şerh eder:

"Kül saçılırsa perdelere başa saralım filmi/Ateşin de çatmasından bir öncesine/İlk inanç, ilk tereddüt, ilk çelişki /Ve acının insana kırıldığı o ilk kareye" (5)

Acının insana kırıldığı o ilk kareden başlayan "The Return" şiiri, insanın yaradılış hikâyesindeki düşüşünün dünyada da aynı metafizik kurallarla devam ettiği sıkıca dokunmuş bir keder ağını şiire taşır. "Çocukluğundan olmak denen" bu ani taşınma, bu haşin yer değiştirme ve yer değiştirirken zamanın erken ve geç kelimelerine vurguyu taşıyıp insanı zamansız ve zeminsiz hissettirmesinin kaderle olan kontratını insana hatırlatır:

"Onca sakarlığa adımızı yazdırdık şu elimizde kalan son korkaklık/Düşmek çocukluğundan olmaktır nihayetinde/Geç kalan bir baba gibi eksik/Eski bir pencerede fazlaca anne".

Ve elbette ki bu irtifa kaybında "Düşünce, ikrar her boşluktan faydalanır."

"Şairin ıstırap hazinesi insanlığın mülkü haline gelir" der, Aby Warburg. Şair, bu mülkü biriktirdikleri ile oluştururken, yüzyıllar boyunca süregelen şiirin en koyu tonunu onaylar: "Yalnızca incitmeyi sürdüren şey bellekte kalır." (6)



Kitabın ilk bölümünde; "Biz Eşit Değiliz Sevgilim", "En Güzel Haberler Sizin Olsun", "Siyah Bir Öfke", "Bir Kıyametin Anatomisi", "İşten Görüşme", "Reel Politik", "Roboski: Bir Şiire Giriş İçin Denemeler", "Süreli Yaygın", "Maraz Kokan Denklem" şiirleri ile şairin kendi içinde yaşadığı zamanı ve toplumu şiire kaydettiği ve bu kayıtların içinde "kendini" geçip giden kişi olarak yerleştirdiği bir panoramanın içine doğru çekiliriz.

Okura canlı bir panorama sunmanın bir eleştiri getirmekle olan ilişkisini Gogol’un 'Neva Bulvarı’ndan hatırlarız. Bulvar üzerinden tasvir edilen dünya metaforu, hem göz alıcılığı ile insanı büyüleyen ilk izlenimleri hem de bu afili görüntünün içinde kaldıkça ortaya çıkan sahteliği okura hissettirir. Bulvarda fenerler dışında her şey aldatıcı bir şekilde nefes alır ve anlatıcı bunu fark ettiği andan itibaren bulvardan geçerken yüzünü pardösü ile sıkıca örter. 'Kendinden Başka Herkes' kitabında da "Birinci Denklem" adlı ilk bölümde bize doğru açılan bu iki yüzlü panorama, inanmak ve kanmak arasındaki kafa karışıklığının arasından şiire giren dikkat; fark etmek, dile getirmek, direnmek ve söylemlerine sahip çıkmak üzerinden nefes alır.

Yoksulluk, yoksunluk, ekolojik sorunlar, diyetler, ruh bakraçları, mide fesatları, özel günlerin piyasalara getirdiği canlılıklar, kredi kartları, diplomalar, yapaylıklar, haber bültenleri, ekmek kavgaları, tirajlar, istatistikler, sıkılan yumruklar, kamuoyuna mal olan şeyler, denklem önermeleri karşısında iflas eden matematik, güçten düşen dilbilgisi, yorulmuş sosyal mesajlar, bombalar, reklamların ışıltıları ile ana arterlerden geçerken yüzünü pardösüyle sıkıca örten "tahammül"dür şiiri ayakta tutmak için kalan.

Yalanın türlü yüzleriyle karşımıza çıkan bu panorama, şüphenin de şüphesinin altını çizen münzevi bir bölümün hazırlayıcısı olur: İkinci Şüphe. Kitap, son mısrasında ise panoramanın insanda izdüşümü olarak sürdürdüğü yaşama şekline onu fark etmekle beliren bir çıkış kapısı gösterir:

"Herkes bir başkasının yalanında büyütür kendini".

"Birinci Denklem"in içinden şiir manzarasına karşılık gelen mısralardan birkaçı ile geçerken "İkinci Şüphe" bölümünün tenha sokaklarına doğru yol alabiliriz:

"Bu gündeme aldanırsak ölürüz biz/ Ana haber bültenlerinde 25 karede bir ölüm/ Bilişim çağrısı bir alternatif ölme biçimidir!/ Bir söylence çoğu zaman saf bir çocuk kalbinden fazlasıdır dile geldiği gibi okunur/Ama sen boş ver ağdalı sözlerin ağızda bıraktığı aromayı/ El ele flaş haber olalım , sür manşetten girsin sevdamız /Ölürsek tirajımızdan bilsinler!"

"Dipnot: Merdivenler yoksullar içindir"

"Ukde, tam da bu zamanda evladiyelik/ Üstelik bakiyemi karşılamıyor söylediğim şarkılar"

"Vahim, vehim vahamet: üçlü sıkıştırma"

"Korkmayın: dünyayı ben ancak otuz yaşında tanıdım"

"Mukaddimedir, acele ettiğimiz için bu geç kalmışlık"

"Çünkü merasimsiz bir cenaze alayı/ Sanayi devriminin en büyük armağanıdır"

"Hangi dilbilgisi adını değiştirme cüreti gösterir senin/Hangi meydan öyle darmaduman/Gözlerin kara bir ölüm için gez göz arpacık/ İşte bunu unutma"

"Yemin olsun, menziline varamadan düşen porselen telaşa/ Ve telaşın içindeki yavaşlığa"

"Uçurtma hüznüne boğulan çocukların gözleridir ömrü talana sebep".

Düşüncelerimiz üzerine düşünebiliriz, şüphemizden şüphe duyabiliriz. Bu şüphe, kitabın ilk bölümünde görülen, ışığı ve karanlığı geçirebilen porselen telaşı, münzevi bir alana çeker: Kitabın ikinci bölümüne adını veren "İkinci Şüphe"ye. "İkinci Şüphe" bölümü, gün batımı tasviri ile boşluğu selamlayarak açılır.

"Gün batımına atılmış bir zar gibi dönüyor havada heves/ Alacaklı bir parıltı orada şüphe/ Ne yakacak ne de söndürecek/ Ne dedimse olmadı gücendirdim şimdiki zamanı/ Dünyamı tamamladı suskunun boşluğuna".

Bu bölümde "İki Dar Bir Düz" şiirinde söylediği gibi "hitap çoğaltıyor" şair. İlk bölümdeki gezgin mercek, bu bölümde insanın gözünün kapalı ve açık olması üzerinden bakışın gece ve gündüzü üzerine bir söylence başlatır. "Gözü Açık Matem" şiirindeki mısralar, ikinci bölümün kalan tüm şiirlerinin içinden geçen bir nehir olarak satır aralarında akmayı sürdürür.

"İnsan en çok kendini aklarken gözü açıktır/ Bir yasın en olmadık anlarına tanıklığım hep bundan".

"Bir ağaca yaşlandım/Sonra bir fısıltıyla boşaldı yeryüzü/ Sinir uçlarına yerleştirdiği esnemelerden koca bir hayat yontarken/ İnsan en çok kendinde boğulandır."

"Ölü evini saran gündelik telaşa veriyorum tüm anlattıklarımı/İç dekorasyona ilgi duymak gibi bir şeydi herkesin bildiği bu darbımesel/ Ne kadar dile gelse o kadar eksik bırakan gözü doymaz nasihatler / Affet /İnsan en çok kendine akarken yalnızdır."

Devamında gelen "Kaldığı Yerden", "Yettiği Kadar Dünya", "Kurgu İlmihali", "Duvarda Asılı Kaç Arabesk Şarkı", "Balkondan Sarkan Masumiyet", "İki Dar Bir Düz", "Ciwayaz", "Beni Bir İnsafın Kollarına Bırakın", "Dil Bilgisi Çalışmaları", "Suyun Öte Yakası", "Göğüs Boşluğu" ve "Kendinden Başka Herkes" şiirleri ise insanın bir kurgu ilmihali olan şiirin sayfalarında "ilim" ve "hâl" arasında duran kaidelerde gezinişini kayıt altına alır:

"Ses çıkarmadan da tedirgin olabiliriz"

"Puslu bir bahçeye akışkan kurgular: Ey ahkâm! /Kalbi hizaya çeken yağmurlar meteorolojik bir kırılmadır."

"Sahipsiz rüyalar öksüz tekerlemeler gibidir biraz da"

"Kurgu ilmihallerinin doğurduğu yeni bir tabir"

"Kelimelerin ardında naftalin kokuları kırk yaşına girmeye hazır gibi gürültülü"

"Kuşkunun ritminden kurtulup göğüs kafesinden geçen ima"

"Lehv-i mahfuzdan söz açılınca hep bir başkasının kederi"

"Kim fark etti kalbur bir zamanda ayakkabıların yol kestiğini"

"Ünlemler koyuyoruz kapına: Tanrım ne çok kötü kulların var/ Affettiklerinden hizaya çekiliyor sinemiz"

"Ey şimdi bu şiirde ölmekte olan adam/ Dağınık olan sadece yüzün değildir bu civarda"

"Gayret okuyorum kendime: İnsaf, kendine insaf/ Biz ne zaman kendimiz için kendimizden çalmaya başladık Muzaffer?"

"---Süt dişi çıkmış otuz yaşım, kendinden başka herkes---"

"Bir serçenin göğüs boşluğuna emanet ettiğim dünya/Âh dedemin kalbinden çok uzak artık"

"Karşılıklı iki aksak özne köprüde/ Dile inat, dilden inci, dildeki o sekiş"

"Sana gel devrim yapalım demiyorum ama /Bir çivi olmak iyidir halkların kardeşliğine"

"Dizim hatasından mustarip dünya"

"Bu garip retorik/ Sinemadan çıkarken elde kalan yegâne yoksunluk"

"Söz kapansın/ Perde sükûta boyansın/ Kendinden ötedir herkes/ Herkes bir başkasının yalanında büyütür kendisini"

Sinemadan çıkarken perdede jenerik akmaya başlar ve jenerikle eş zamanlı olarak zihnimizde de bir izlenimler akışı başlar. Benzer bir şekilde "The Return" şiiri ile başlayıp "Kendinden Başka Herkes" şiiri ile tamamlanan bu seyirden sonra "yek katre-i hûnest, sâd hezârân endişe (İnsan tek damla kan ve bin bir endişedir) (7) sözü karşısında Kutsal Kitap’tan bir soru düşer akla:

"İç yüzünü kavrayamadığın bir şeye nasıl sabredebilirsin?" (8)

Şair, "Hatıra Kadar Kalabalık" şiirinde bu soruyu kendi adına şöyle yanıtlıyor:

"Bir sûfi göğsümü açıp bir cümlede iki nehri birleştiriyor
Anlamasalar da kıyısında beklemeye sabır diyorum” (9)

*Bu yazı ( https://www.gazeteduvar.com.tr/porselen-bir-endise-kendinden-baska-herkes-haber-1595465 ) yayınlanmıştır. 

Dipnotlar:

1. Hans Blumenberg, Endişe Nehri Geçiyor, s: 173, Metis Yayınları, Şubat 2014
2. Birgül Sevinçli, Cihan Ülsen ile Röportaj: “Şiir Hem Tırnaktır Yaraya Hem Merhem”, https://arsizsanat.com/siir-hem-tirnaktir-yaraya-hem-merhem/
3. Birgül Sevinçli, Cihan Ülsen ile Röportaj: “Şiir Hem Tırnaktır Yaraya Hem Merhem”, https://arsizsanat.com/siir-hem-tirnaktir-yaraya-hem-merhem/
4. Uwe Fleckner, Mnemosyne’in Hazine Sandıkları, s: 196, Ocak,2017
5. Yokuş Yol’a Kültür Edebiyat Düşünce Dergisi, s: 12, Ekim 2020
6. Uwe Fleckner, Mnemosyne’in Hazine Sandıkları, s: 158, Ocak,2017
7. Fars edebiyatının en büyük şairlerinden Sadi Şirazi’nin “İnsan nedir?” sorusuna verdiği yanıt.
8. Kuran’ı Kerim, Kehf Suresi:68.Ayet
9. Buluntu Kutusu Dergisi, s:43, Nisan- Mayıs 2021

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder