7 Temmuz 2023 Cuma

Koşu Bandından Cehenneme: Kiler Üzerine Teyakkuzda Bir Düşünce*

 


 

Edward Said ‘Kış Ruhu’ adlı derlemesinde mecbur olduğunu düşündüğü için her türlü kurumsal rutinden geçtiğini ancak içindeki özel bir yanın bu rutinlere direndiğini söyler. Kendini mevcut durumdan geri çekmesine neden olan şeyin ne olduğunu bilmediğini ama yalnız olduğu ya da hiç kimseyle uyuşamadığı zamanlarda bahsettiği kendine özgü mesafeliliğe şevkle sarıldığını da ekler. (1) Mecburiyet durumuna karşı bir zaruret hali geliştirme ve uzlaşmama meselesi üzerinden kazılan bu siper önemlidir. Verilen kararın bireyselliği menfi anlamlarından arındırılmıştır Said’de. Kararın alınması ama en önemlisi bile isteye bunun bireyin içten gelen itkisinden kaynaklanması gerektiği, bir uyuşmama haline karşı gösterilen  öncelikli tavırlardandır.

Rutine direnme ve zaruret halinin getirdiği meselenin okunduğu kadar çetrefilli  olmadığı, başka bir açıdan bakıldığında; imkan yaratma ve kendini var etme açısından haritanın görünmeyen yüzüne dair bir perspektif  sunduğu açıktır. Verilen kararın içsel bir alışveriş sonucu olması son derece elzemdir. İçsel sürecin netameli boyutlarından geçmemiş, tefekkür ile boyanmamış halde alınan kararların bir yoksunluğa tekabül ettiğini söylemek abartıya kaçmayacaktır. Burada Erich Fromm’un ‘Özgürlükten Kaçış’ adlı kitabında üzerinde durduğu meselenin altını çizmek faydalı olacaktır. Fromm, çoğu kişinin bir dış güç kendilerini açık açık bir şey yapmaya zorlamadıkça, kendi kararlarının kendilerine ait olduğunu ve bir şey istediklerinde, isteyenin kendileri olduğuna inandığını, ama bu inanışın kendimize ilişkin büyük yanılgılardan biri olduğunu dile getirir. Hemen akabinde, aldığımız kararlarımızın çoğunun aslında kendi kararlarımız olmadığını ve dışarıdan bize önerilmiş kararlar olduğunu; başkalarının beklentilerine uygun davrandığımız, soyutlanma korkusuyla, yaşamımıza, özgürlüğümüze ve rahatımıza doğrudan gelebilecek tehditlerin yarattığı korkuyla güdülmüş bulunan bu kararlarda kararı verenin kendimiz olduğu konusunda kendimizi ikna etmeyi başardığımızı ekler. (2)

Thomas Bernhard’ın otobiyografik beşlemesinin ikinci kitabı Kiler bu açıdan hem bütün bir Bernhard külliyatı için giriş hem de zaruret halinin kapımıza bıraktıklarından bir direnme alanı yaratma cesaretine dair anahtar niteliğine sahiptir. Thomas Bernhard, otobiyografik beşlemesinin son cildi olan ‘Çocukanlatısına Voltaire‟den bir alıntıyla başlar: Hiç kimse bulamadı ve hiç bulamayacak.” Voltairein epey soyut kalacak bu alıntısıyla anlatıya başlaması ilk başta dikkat çekmese de Bernhard’ın özellikle otobiyografisini oluşturan diğer kitapları ile birlikte okunduğunda bu alıntının soyut olan hükmü ortadan kalkacaktır.  Zira ‘Çocukla sona eren bütün bir biyografinin terse doğru işleyen yapısı, bütün bir anlatının da ana omurgasını oluşturuyor. 

TERSİNE KAÇIŞ 

Yaşamın bizatihi kendisinin yitirmeye ve eksilmeye teşne olduğu gerçeğinin ayırdına varmış bir ilk çocukluk ile gençlik döneminin  başlarına uzanan bu yolculuğu tersinden anlatmayı seçmiştir Bernhard. Bu seçim bilinçlidir. Yaşadığı, yaşamak zorunda bırakıldığı, tercihlere zorlandığı ve kaçtığı her şeyi kabullenme, fark etme, direnme ve olan biteni tersine çevirme çabası  ile birlikte anlatır Bernhard. Bu çabayı aynı anlatı içerisinde hiç kimsenin bulamadığı ve bulamayacağı’nın ardına düşmesini bir özgürlüğe kaçış olarak okumak gerekir belki de. Ancak tek bir farkla: Tersine bir kaçışla.

Kiler’in alt başlığının “Bir Kaçış” olması bu anlamda manidardır. Bernhard, bu anlatısında önünde uzanan, verili ve dayatılan yolu/yolları reddedişinin hikayesini anlatıyor. Kendisinden çok şey beklenen, geleceği parlak lise öğrencisinden, Kiler’de çalışmaya başlayan kendi gençliğinin hikayesidir bu. Önünde iki yol vardır: Ya tüm arzularına ve hayallerine aykırı bu küçük burjuva eğitim sistemine katlanmaya çalışıp en sonunda intihar edecek ya da tüm beklentileri boşa çıkararak tam ters yöne giderek kendi yolunu bulmaya/yaşamaya çalışacaktır. Bir sabah okula giderken aniden gerisin geriye döner ve seçimini yaparak yoksul mahallesindeki bir bakkalda çıraklık yapmaya başlar. Anlatının hemen başında Erich Fromm’un temas ettiği noktadan hareketle insan için alınacak kararın hayatiliğine vurgu yaparken anlatısının ana çatısını da kurar:

 “Yıllarca her sabah, bana dayatılan bu hayatta bir kırılma yaratmam gerektiğini düşünmüştüm, ama hiçbir zaman bir şey yapabilecek kudreti kendimde bulamamıştım. Uzun yıllar süresince, her defasında kesintisiz bir gerginlikle, hem de isteğim dışında bu yolu yürümeye zorlanmıştım, fakat sonunda bunu ansızın değiştirebilecek gücü kendimde buldum ve geriye dönmeyi başardım. Lakin böyle bir geri dönüş, ancak duygu ve düşüncelerin doruk noktasındayken olur, bu öyle bir andır ki, kişi ya bu geri dönüşü gerçekleştirecektir ya da artık kendini öldürmekten başka çare görmeyecektir; her şeyi göze alabilen insanın hali onun en yoğun ve ölümcül anıdır, tıpkı benim o zamanlar içinde bulunduğum durum gibi. Hayat kurtarıcı böyle bir anda, ya her şeye karşı koymalıyız ya da yok olmayı seçmeliyiz. Ben kendimde her şeye karşı koyma gücünü bulabildim.” (3)

İki seçeneğin varlığını olabildiğince sert bir ayrımla ifade eder Bernhard. Geri dönüş ya da kendini öldürmek. Müdanasız ve kemiksiz. Seçim, durum, kopuş için olgunlaşmış olduğunda, artık insanın elindedir. Bu olgunlaşmayı fark eden ve kendinde her şeye karşı koyma gücünü bulan Bernhard, kulakları sağır eden ve aklın ayarı ile oynayan sistemin ayırdına vardığını söyleyerek “Kendimi öldürmedim, onun yerine çıraklığa başladım. Hayat devam etti” şeklinde bir cümle kurarak içinde bulunduğu arafta kendine yeniden nasıl ruh üflediğinin altını çiziyor.


KENDİ OLMANIN ALDIRMAZLIĞI

Tam burada Kiler’in en vurucu sahnesine geri dönmek gerekiyor belki. Bernhard, ardı ardına tekrar edilen ‘Ters yöne gitmeliyim' cümlesini de yanına alarak iş ve işçi bulma kuruma başvurduğunu, başvuru sırasında ters yöne gitmek istediğini vurgulayacağını söyler. Kurumda çalışan memur kadının baştan beri iyi niyetli olduğunu, kendisinin ise sabit fikirli olduğunu ve kadının yarım saat boyunca akla gelebilecek en iyi imkanları saydığını ve hepsini reddettiğini anlatır. Kadının yarım saatin sonunda Scherzhauser mahallesini sakınarak dile getirdiğini, Bernhard’ın bu adrese istekli olmasına karşılık ürktüğünü, mahallenin ismini dahi duydukça iğrendiğini, ters yön olarak tanımlanan her şeyi aşağılık bulduğunu ve Bernhard’ın kararlılığı ve ciddiyetinin sonunda kadında kendisine karşı aşağılama ve küçümsemeden başka bir şey bırakmadığını anlatır. Cioran, “Aşağılanmayı arzulamadığımız sürece herkes gibiyizdir” diyor. Bernhard da bu paralelde, nerede herkes gibi nerede kendisi olmak istediğinin ayrımını yapmayı kendi idaresi altına alınca, bu aşağılanmayı göğüslemenin, kendi olmanın aldırmazlığıyla mümkün olacağına işaret ediyor diyebiliriz.

Şehrin kusurunu kendine mal ederek yol açar kendine Bernhard. Herkes’in yüz çevirdiğine talip olur. Herkes’leşmeye, yüz çevrilene koşarak karşı durmaya çalışır. Bir anlamda kendimiz tarafından dahi durmadan maruz kalınacak aşağılanmanın önünü keser. Edward Said’in söylemlerine paralel olacak şekilde Kurt Hofmann ile yaptığı söyleşilerin bir yerinde şunu söyler Bernhard: “İnsan herkesin istediğini yapsaydı, her yere gitseydi felaket olurdu. Böylece insan kendi içinde bir şeyler kurmalı, dışardan bir şey gelmiyor ki..” Söyleşinin devamı da önemlidir. Burada her insanın kendi yolu olduğuna ve bu yolun doğru olduğuna inandığını ifade ederken abartıya kaçmadan “Beş milyar insanın karşılığında beş milyar yol”un olduğunu belirtir. (4) Peki, buradaki şansızlık ya da yapılmayan nedir sorusuna verdiği cevap da son derece anlamlıdır: “İnsanların kendi yollarından gitmek istemeyip hep başka yol aramaları.” Kendi olduğundan başka bir şey olma hevesinin bedelini, kendinden olmayan başka şeyler istemenin cehennemi olarak tasvir eder.

Hakikat her halükarda bir mecazdır. Mecaz olması bahanesiyle bütün yollar aslında bir şekilde ona çıkar ve onda hayat bulur. William Randall, “Bir hikayeyi ileriye doğru okur, geriye doğru anlarız” der, Bizi Biz Yapan Hikayeler’de. Hakikate düz ve ileriye doğru giden bir çizgide ve sadece olumlu ya da müspet duygu, düşünce ve eylemlerle erişilebileceği inancı da bir yanılsamadan ibarettir. İnsan, ileriye doğru okuyup geriye doğru anlayabilir, ileriye doğru yaşayıp geriye doğru tekamül edebilir, durduğu yer neresiyse onun tersine de özen ve dikkatini kuşanarak, ardışıklığın yanılgısını kırabilir. Zıtlıkların tamamlayıcı, öğretici ve belirginleştirici taraflarından hareketle, hakikate bütün kabullerin aksine tersine doğru koşarak ve cehennemi bizatihi yaşamak isteyerek de varılabilir mi sorusuna cevap vermek bu aşamada elzem ve hatta hayatidir.

Çabanın en büyük karşılığının kendini aldatmakla kaim olduğunu söyleyen belirlemeler son derece çarpıcıdır. Yazar, haksız da değildir. Zira insanın bütün bir ömrü kendine çelme takmakla, kendini gözü açık bir şekilde aklamakla ve gerçeği eğip bükmekle de anlatılabileceği alternatif bir tarih hep olagelmiştir. Kendini ikna etmeye çalışmak, nereden ve nasıl baktığından başlayarak bu meseleye dair sorulan soruların hakkaniyetine değin uzanan menfi ve müspet anlamların her veçhesinde kendini gösteren bir çaba değil midir zaten?

KİRLENEREK TEMİZLENMEK

Kentin kalbindeki kusura iltica etmek, kirli bir ayıp olduklarını fark eden insanların arasında kendine yol çizmek aslında modern dünyanın atfı ile bir cehennemdir. Kirlenerek temizlenmek, Mevlana’nın ‘iyileşmek için önce hasta olmak gerek’ sözünü hatırlatırcasına anlatıda kendine yer buluyor. Hastalıktan iyileşmeye, tahribattan inşaya, baskıdan özgürlüğe, başkasının kaosundan kendi kaosundaki işleyişe dünyanın cehennemlerine yolculuk yapılan geçitlerden erişme, kusurda zuhur eden yenilenme arayışının çağrısına icabet neden olmasın?

Kaçış, farkında olmakla ve teyakkuz halinde olmakla kaimdir.

''Ne zaman bir yerlere sığınmak istesek, kendimizi acizlik içinde buluyoruz. Kaçanın seçtiği yol, onun haletiruhiyesine uygun düşüyor. Onu hep kaçarken görüyoruz ve neden kaçtığını bilmiyoruz, oysa her şeyden kaçıyormuş gibi görünüyor. İnsan, doğduğu andan itibaren yaşamdan kaçıyor. Kaçıyor çünkü daha ilk andan itibaren onun ne olduğunu biliyor.’' (5)

Başka yollar arama çabası beraberinde bağımlı olmayı da getiriyor. Kendi yolunun dışına çıktığında, yabancısı olduğun yolun sana yabancı gelen azığına muhtaç olmaya başlanması.. Bağımlı olma kendinden feragatle yer yüzünde hiçbir zaman yalnız kalamayacağın bir delilik haline tekabül ediyor. Kendi yolunun içinden geçtiği, bağlandığı ana yollara çıkmak belki de insanın kendisi ile herkes arasındaki tek uzlaşma eylemi olabilir.

“Soğuk” adlı eserinde, bu kaçışa dair beşlemesinde yer verdiği sarmal anlatıları için epigraf niteliğinde bir cümle kuruyor Bernhard: “Hayatımı kendi ellerimin arasına almalıydım. Kendimden beklediğim şey daimi bir teyakkuz haliydi.” Teyakkuzun kelime olarak uykudan uyanma, gözünü açma, gafletten kurtulma, uyanıklık, tetikte olma, dikkatle bekleme gibi anlamları var. Bernhard’da bunun karşılığı; rutinlere, insanı kuşatan dış güçlere ve içteki, değişime karşı cılızlık fısıldayan tuzak tekinlere, hakikatin rotasına koyulan barikatlara, aşağılanmama arzusuna, herkesleşmeye karşı kendinde bir dikkat kararlılığı beklentisini yaşatmak. Bu teyakkuz halinin hangi ilkelerle uyuşup uyuşmadığını düşünmeden bu hali her şeyin üzerinde tutarak, kendi yaşamına kendiliğinin mührünü vuran ve mantık ilkelerine aykırı davranan genç bir adamın söyleyecek ilk sözü elbette bu olmalıydı: ’Öteki insanları ters yöne giderek buldum’

O halde neden koşu bandından cehenneme diye sorulursa, nafile koşu ile gerçek koşu arasındaki eylem ve bilinç farkını, Lewis Carroll’un Alice’i ve Kraliçe arasındaki diyalog ile yol almak ve yerinde saymak üzerinden düşünebiliriz.

Alice etrafına şaşkınlıkla baktı. “Bütün bu süre boyunca aynı ağacın altında olduğumuza nasıl inanayım. Her şey aynı!” “Tabii ki öyle" dedi Kraliçe. “ Ne bekliyordun ki?”

Alice, hâlâ nefes nefese, “çünkü bizim ülkemizde, bizim yaptığımız gibi uzun süre koşarsan genellikle başka bir yere ulaşırsın” dedi. “Yavaş bir ülke!” dedi Kraliçe. “Gördüğün gibi, burada ancak bütün gücünle koşarsan olduğun yerde kalırsan.”

Her şeyin gelişigüzel ve sürekli devinim halinde olduğu yönlendirmesiz ve hedefsiz suni bir çekim gücünden müteşekkil bir dünyada, bozguna uğrayacağını bile isteye, koşu bandından inerek ciğerlerini kaybetme pahasına karşıt yöne yapılan bu koşu kaidenin hüküm sürdüğü yerde istisnaya gelecek inşa etmektir. Anlatının sonuna doğru “Hiç şüphe yok ki er ya da geç, tam orta yerde mahvolacağız” der Bernhard. Mahvolmayı kendi iradesine teslim ederek öncelikle kendisinin başına bir bela olduğunu saklamaz ve sağlıksız gördüğü tüm tahriklerin teyakkuz halini yok etmeye çalıştığını vurgular adeta.

“İnsanlar kendilerini kurtarmak için, çoğu zaman en bariz gerçeklere bile inanmıyorlar. Huzurlarını bozmamak için sorun çıkaranlardan kaçıyorlar. Ömrüm boyunca ben de böyle bir baş belası oldum ve akrabalarımın da dediği gibi her zaman bir baş belası olarak kalacağım. Hatırladığım kadarıyla annem bana baş belası derdi, buna vasim ve kardeşlerim de katılırlardı. Ben yazdığım her cümleyle, aldığım her nefesle hâlâ bir baş belasıyım.” (6)

Dipnotlar:

  1. Edwar Said, Kış Ruhu, Sf:20, Metis Yayınları
  2. Eric Fromm, Özgürlükten Kaçış
  3. Thomas Bernhard, Kiler ( Bir Kaçış ) , Sel Yayınları
  4. Thomas Bernhard ile Konuşmalar, Kurt Hoffman, Sf:53, Yapı Kredi Yayınları
  5. Thomas Bernhard, Kiler ( Bir Kaçış ) , Sel Yayınları
  6. Thomas Bernhard, Kiler ( Bir Kaçış ) , Sel Yayınları


* Bu yazı 02.04.2020 tarihinde gazete duvar sitesinde yayımlanmıştır. ( https://www.gazeteduvar.com.tr/kitap/2020/04/02/kosu-bandindan-cehenneme-kiler-uzerine- teyakkuzda-bir-dusunce )

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder