7 Aralık 2019 Cumartesi

Milorad Pavic ile Söyleşi*

Milorad Pavic : Kaosu saklamamak Tanrı'ya yaklaşmanın bir yolu.



Milorad , kendi dilinde "sevilen " anlamına geliyor.  Nobel Edebiyat Ödülüne birkaç kere aday gösterilen Sırp yazar , Paris Match'e göre " 21.yüzyılın şüphesiz ilk yazarı". Sunday Times 'a göre , Milorad Pavic , Borges, Nabokov, Singer, Calvino ve Eco ile birlikte yüzyılımızın  edebiyat hazinelerini oluşturuyorlar.  Pavic,  romanlarını herhangi birinin bir heykeli etraflıca  seyreder gibi okuyabileceği şekilde inşa edebilen  bir yazar. Birlikte sohbet ederek üç gün geçirdik. Burada sohbetimizden kesitler okuyacaksınız. 


İlk Buluşma

Belgrad. Hava kararıyor, çok fazla trafik yok. Adres sorarken hâlâ açık bir çiçekçi bulup çiçek alıyoruz. Taksi bizi Brace Baruh caddesi, 2 numarada bırakıyor. Eski bir bina . Dış kapı yarı açık. Giriyoruz. Sağ tarafta posta kutuları var. Sonuncusu dışında hepsi aynı boyda. Sonuncusu hemen hemen diğer bütün posta kutularının toplamı kadar büyük.  Milorad Pavic yazısını ilk bu dev posta kutusunun üzerinde  görüyorum. 

Pavic, lacivert bir takım elbise içinde ve kravatlı . Bizi yüksek tavanlı bir oturma odasına alıyor. Odada beyaz koltuklar ve duvarlarda Paris'te yaşayan ressam oğlu Ivan'ın tabloları var. " Bizim düşlediğimiz şekilde düşünen " yazar Pavic, bize içecek ikram ediyor ve bizi  muhteşem kurabiyelerin tadına bakmaya ikna ediyor. Eşi Bayan Pavic ile tanışıyoruz.  El sıkışıyoruz. Biz Çince ve Norveççe dışında her dile çevrilen kitaplarının basımlarına bakarken Pavic kendi kendine konuşuyor ."  Ülkemde olumlu  eleştiri almak çok zor olduğu için ben de bir eleştirmenle evlendim!" Hepimiz gülüyoruz.
Yeni bir sinema açılışı için evden ayrılıyoruz. Bize çocukluğunun geçtiği iki katlı , bahçeli arka bahçesinde ağaçlar olan evi gösteriyor. Her zaman kendi dünyasında gibi görünüyor.  Küçük bir defteri var ve aklına gelenleri hemen not ediyor.  "Herzaman yaklaşık  yüzde elli yüzde elli gibi " diye mırıldanıyor  , "etrafınızdaki muazzam dünyadan bir parça güzellik yakaladığınız her an , başka bir parça güzellik bir daha asla dokunalamayacak şekilde Tuna'nın mavi sularına gömülüyor." 

İlk buluşmamız Metropol Otel'in önünde bir el sıkışmayla bitiyor.  Bir sonraki buluşmamızı ertesi gün saat onda dairesinde yapmak üzere planlıyoruz.  

İkinci  Buluşma

Thanassis Lallas :  Sizi dün dikkatlice gözlemledim. Tepkileriniz çocuk gibi. Yaşayan en önemli Sırp yazar izlenimi vermiyorsunuz.

Milorad Pavic : İşin aslı bu hissetme şeklim. Dünyayı ilk gördüğüm gibi görmeye çalışıyorum. Yazmaya  ve yaşamaya devam etmek için yazdığım bütün kitapları unutmaya çalışıyorum. 

TL: Yazdığınız kitaplar sizi yeniden yazmaktan alıkoyuyor mu?

MP: Yazdığınız kitapları unutamazsanız yenilerini yazamazsınız ,  çünkü her yeni kitap en başa dönmek gibidir. 

TL: Başlangıç ve son bir romancı için en büyük sıkıntı olmalı.

MP: Romanlarımın başlangıç ve sonlarını tahrip etmek için elimden gelenin en iyisini yapmaya çalıştım. Örneğin, Rüzgarın Tersi , iki başlangıçtan oluşuyor. İstediğiniz kısımdan okumaya başlıyorsunuz.  Hazar Sözlüğü'nde , hangi hikayeden isterseniz oradan başlayabilirsiniz. Ama yazarken tabi, her girişin kitaptaki her girişten önce veya sonra okunabileceğini hesaba katarak yazmalısınız. En azından şuana kadar, klasik bir başlangıç ve klasik bir sondan oluşan  eski okuma şeklinden , eserlerimi sakındırmaya çalıştım. 

TL: Birden fazla başlangıç ve son olduğunda klasik başlangıç ve son  kavramını baskılamış oluyor muyuz?

MP: Tamamen baskılamasak da , onları özgür bırakmış oluyoruz ve onlarla birlikte kendimizi de.

TL: Her başlangıç için  sadece bir son olduğuna mı inanıyorsunuz?

MP: Hayır, bu doğru değil.

TL: Yine de, doğumla başlayan herşey ölümle sonlanıyor.

MP: Kesinlikle. Ama hayatım boyunca bu tek yönden sakınmaya çalıştım.  En azından romanlarımda  olabildiğince bundan kaçınmaya çalıştım.


TL: Fantezi, hayatın "gerçeklerine" karşı kullanılan bir silah mıdır ?

MP: Gerçek ve düşsel dünya arasında keskin sınırlar yoktur. Özgür bir adam bu iki dünya arasındaki sınırları baskılar. Bir yazarın sahip olabileceği en önemli kabiliyet gerçeğin ve fantezinin aynı ve tek bir  dünya gibi yansıdığı bir noktaya erişmektir. Sonra her şey olması gerektiği gibi gelişiyor.

TL: Size göre, kişinin kendi en iyisine ulaşmasındaki gerçek nedir?

MP: Korku.  Korkularınız en üst düzeye çıktığında en iyisini yaparsınız.  Korkularımıza yaklaştıkça , en iyimize de yaklaşırız. Korku bizi gerçek bir taşkınlığa yönlendirir.  Gerçeği bulmak için korkuya böyle bir  meydan okuma  çok kıymetlidir.

TL: Yani, korkunun bizi yaratıcılığa yönelttiğini söylüyorsunuz?

MP: Kesinlikle. Sadece korku. Korku bize rehberlik eder.

TL: Size hükmeden  korkularınız var mı?

MP: Bir çok türden korku bana hakim oldu. Onları hayatım boyunca kutsal  bir haç gibi taşıdım. Korku, bir yazarın en sadık dostudur. Hala çocukluğumdaki kadar yoğun korku hissediyorum. Korkum hiç yaşlanmayacak. Çocukken yalnızlıktan çok korkardım. Geceyarısı evin boş olmasından  korkardım. Büyüdüğüm evin - size dün gösterdim, arka bahçesinden korkardım, özellikle de ışıklar kapanınca. 

TL: Açıkcası korkularınız evin içinde etrafında yoğunlaşmış görünüyor.

MP:  Belki bu, romanlarımı niçin bir ev yapar gibi inşa etmeye çalıştığımı açıklar. Belki sürekli varolan ve üstesinden gelmeye çalıştığım,  bu boş ev korkusu yüzünden  romanlarımı bir ev gibi inşa etmeye çalıştım . Rüzgarın Tersi romanımın iki girişi ve bir iç bahçesi var mesela. Hazar sözlüğü, insanları birçok giriş ve çıkışıyla şok eden  devasa bir ev. Her yerde kapılar var. Eve girişleriniz veya evden çıkışlarınız arzularınıza bağlı. 

TL: Babanız ne iş yapardı?

MP: Tuhaf gelecek ama o da evler inşa ederdi. Gerçek evler. Bundan hoşlanmazdım. Bir heykeltraş ya da ressam olmasını tercih ederdim. Boş zamanlarında heykel ya da resim yapardı.

TL: Neden heykeltraş olmadı?

MP: İki dünya savaşı arasındaki zamandı. En çok kâr getiren şeyi yapma zamanları. Evler yaparak , resim ya da heykel yapmaktan daha çok kâr elde edebilirdiniz. Ama bu alanda  hiç başarılı değildi.  En iyi olduğu alan heykeltraşlıktı.

TL: Bütün gün binalarda çalıştıktan sonra  eve gelince de heykel yapmak nasıl mümkün olabiliyordu?

MP: Babam binlerce şeyi aynı anda yapabilecek kapasiteye sahipti. Korku demiştim. Belki o benden daha çok korkuyordu.

TL: Hayatınızda sizi etkileyen insanlar var mı?

MP: Atalarım.

TL: Neyi kastediyorsunuz?

MP: Babamın ailesinden bahsediyorum. Son ikiyüz yıldır ailemin bir çok üyesi yazardı. İlk Paviç, 18.yüzyılda bir şiir derlemesi yayımlamış. Latince de biliyordu ve kitaplarını hem latince hem anadilde yayımlatmış. Her kuşakta en az bir tane yazar olan Pavic bulabilirsiniz.

TL: İlk hayran olduğunuz yazarı hatırlıyor musunuz? " Onun gibi olacağım"  dediğiniz oldu mu?

MP:  Evet. Amcam Nikola Pavic.  Kendisi şairdi.  İlk yazarlarımı okuyarak öğrenmedim. Başka insanlar konuşurken dinleyerek öğrendim.  Aslında, İki şeye dayanıyor: Sırp sözlü edebiyatı ( popüler şarkılar, deyimler)  ve kilise vaazları ve Bizans kültür,  geleneğine.  Her ikisinde de sözlü olması önemliydi. 

TL: Bu sözlü gelenek yazma şeklinizde nasıl etkili oldu?

MP: Bir ifade önce kulağa hoş gelmeli. Kulağa hoş geldiğinde otomatik olarak iyi bir cümledir.  Benim edebiyatı düşünme şeklim  gibi düşünen kimsenin zihninde okur değil dinleyici vardır. 

TL: Kişiyi yaptığı her ne olursa olsun , yaptığı işte özel kılan nedir?

MP:  Başlamakta ısrar etmek. Bende şans da yardım etti. Bir süre kendi ülkemde siyasi nedenlerle yazdıklarımı basamadım. Yazma aşkım ve arzuma rağmen yazmayı bırakabilirdim. Yapmadım. Edebiyatla bir öğretmen olarak da meşgul oldum. Edebiyat hakkında yazarak , daha da acılaşmaktan kaçınıyordum. Hayatımda çok geç olsa bile , sonunda roman yayınlamaya başladım. Bu olmasaydı bugün bir keman virtiözü olabilirdim.

TL: Neden özellikle keman?

MP: Keman eğitimimi tamamlamıştım ama daha fazlasını yapmadım.

TL: Kitap yayımlatmaya ne zaman başladınız?

MP: Malesef 1967 'ye kadar ülkemde uygun koşulların oluşmasını beklemek zorunda kaldım. 38 yaşındaydım. O nedenle bir edebi başlangıç olmadı, bugün neysem o günde oydum. Ama bazen şans sizi her zaman kuyruğun bir ineği takip ettiği gibi izleyen birşey değil. İşin aslı, yaşayan yazarlar arasında en kötü konuma sahibim. Dünyada en çok nefret edilen milletin en çok bilinen yazarıyım. 


TL: Sırp milleti için ne söyleyebilirsiniz? 

MP: Hafızadan yoksun bir millet. Asla affetmiyor ama çabucak unutuyorlar. İyi savaşçılar  ama en kötü diplomatlar.  Savaşlar kazanıyor çatışmalarda kaybediyorlar. İndirgemeci bir anlayıştan çekiyorlar; Sürekli kim vatansever kim değil bunu hesap ediyorlar. Vurgu hep "olumsuz" üzerinde.  Zihinlerinde hep düşmanları var dostlarını çok önemsemiyorlar. Yetenekliler. Bu  milletten Tesla, Pupin, Mileva Einstein, Ivo Andric, Charles Simic, Danilo Ki, Vasko Popa, Vlada Divac ve Duan Kova..Evic, Kusturica'nın filmindeki muhteşem metin yazarı,  gibi isimler de çıkmıştır. 

TL: Büyük bir yazar doğar mı yoksa sonradan mı olur?

MP: Bir yazar olarak , 200 yıl önce doğdum ben. Avrupanın en büyük kütüphanelerinde atalarım tarafından yazılmış kitaplar bulabilirsiniz. Her yazmaya başladığımda beni destekleyen atalarımdı.  Eski dili kullanarak şiirler de yazdım, beni anlayabilirlerdi.

TL: Kitaplarınızı okuyabilselerdi sizce ne düşünürlerdi?

MP: Sanırım kafaları çok karışırdı.

TL: Yazar genel olarak ne yapar?  Dünyanın karmaşasına bir düzen getirir mi?

MP:  Etrafınızı saran kaosa bir düzen getiren şeyi  sanat eseri olarak adlandırıp adlandıramayacağınızdan emin değilim. Tanrı'nın işi olarak düşündüğüm şeylere bir düzen getirmeyi hiç istemedim. İşin aslı, bu kaosu kitaplarımla ifade etmek istedim. Başka bir şey değil.  Bana bu kadarı yeter.

TL: Bu kaosu ifade ederek Tanrı'yı yüzeye çıkardığınızı düşünüyor musunuz?

MP: Kaosu saklamamak Tanrı'ya yaklaşmanın bir yolu.

TL: Tanrı'ya düşler yoluyla ulaştığımızı düşünmüştüm.

MP: Düşler de devasa bir karmaşa. Katılıyorum. Bununla birlikte, bir kitabımda söylediğim gibi " Tanrı her düşün en derininde vardır" .  Düşlerin en derinine indiğimizde , ölümü orada görebileceğimiz izlenimi var bende.  Uyanınca da , ne gördüğümüzü unutuyoruz. 

TL: Hiç bir romanı bitirmeden bırakmayı düşündünüz mü?

MP: Roman yazarken her yazarın iki kriz anı vardır. İlki çok çabuk gelir. Yazar için  romanını ilgilendiren herşey zihnindedir  ama henüz kağıda dökülmemiştir. O anda siz romandan hızlısınızdır. Roman durağandır ve onu  ileriye doğru  itmeniz gerekir. Ama bununla birlikte sizin arkanızda kalmasına da izin vermemelisiniz. İkinci an ise yazmanın doruk noktasındadır. Bütün kontrolü elinize almanız gereken andır ama bu özel  anda roman kendisi  bir manevrayla kendi akış ve hızını çoktan almıştır.  Bu an romanın yazarın üstesinden geldiği , yazarı altettiği bir andır.
Roman yazardan daha hızlıdır ve daha çok enerjisi vardır. İşin aslı en zor andır çünkü sizi çabanızın  zirvesine ulaştığınız anda çok yorgun yakalar. Yine de, yeniden dengeyi sağlamak ve konrolü ele almak için tüm çabanızı kullanmalısınız. Prematüre bir çocuğun doğmasına izin veremezsiniz. Bu iki anın üstesinden gelirseniz sonuç iyi olur. Sağlıklı bir roman yazmışsınızdır ve gelecek iki yıl boyunca sürekli hastalık halinde  olacaksınızdır. Hazar sözlüğünden sonra ben  iki yıl boyunca hastaydım. 

TL: Yetenekli bir yazarın eserini anlamak için yetenekli bir okur şart mıdır?

MP: Yazarın eseri yeteneksiz bir okur tarafından okunduğunda anlaşılmayacaktır. Ama şanslıyız ki , günümüzde dünyada yetenekli eleştirmenlerden çok yetenekli okurlar var. Hatta, yetenekli yazarlardan da çok yetenekli okurlar var. Yüzyılımızın en iyi ve en yetenekli okuru Borges'ti. Herkes üniversite okuyabilir. Ama hiçkimse bir okura satırlar ve kelimelerin  arası nasıl okunur öğretemez. 

TL: Görüşmemizin sonunda bir yazarla tanışma şansınız olsaydı , kimi tercih ederdiniz?

MP: İyi bir soru. Hep D.M.Thomas ile tanışmak istedim, Beyaz Otel (The White Hotel)in yazarı.  Kanada'da görüştüm, kitabı gibi kendisi de iyi görünüyordu.

TL: Eğer Borges burada olsaydı,  ona ne sorardınız?

MP: Hiçbir şey. Onu dinlemeyi tercih ederdim.

Üçüncü Buluşma

TL:  Dinleyicilere mi okurlara mı hitap ediyorsunuz daha çok ?

MP: Her zaman dinleyicilere hitap ederim. Bana göre en iyi edebiyat sözlü olandır.  Önceki  görüşmemizde de söylemiştim, öğretmenlerim  Balkanların ve Bizans kilise vaazlarının sözlü edebiyatıydı. Bir eski dönem epik şairi gibi olmaya çalışıyorum hep. Homer'ın yaptığı gibi.  Ahenkli bir cümle duymak , güzel odalar ve koridorlardan geçmek gibidir.

TL: Roman yazarken , her zaman bir gün önce bıraktığınız yerden mi devam edersiniz?

MP: Hayır. Asla böyle yazmam. Farklı aşamaları var. Yavaşça bütün bu aşamalar bir çerçeveye oturur.  Birinin benim yazmamın sadece zihinsel unsurlara dayanmasını anlaması zordur.  Bir romanın kendi hayatı vardır. ( Cebinden küçük yeşil bir defter çıkarıyor. Kapağına el yazısıyla birşeyler yazmış. ) Bu benim yeni romanım , İstanbul'da Son Aşk.  Bu benim nasıl romana başladığımdır. Bu küçük deftere yeni romanımı ilgilendirebilecek  ne olursa yazıyorum. Hazar sözlüğü de binlerce sayfalık bir defterdi. 

TL: İyi bir yazar , yeteneksiz okurlar tarafından okunduğunda kaybolabilir mi?

MP: Elbette . Bir örneği karşınızda şu anda. Uzunca bir süre, Yugoslavya'da en az okunan yazarlar arasındaydım. Bu durumu yeni nesil okurlar değiştirdi.

TL: Yeni nesil okurları diğerlerinden ayıran nedir?

MP: Yeni kuşak yazdıklarımı dinleme becerisine sahip. Ve seviyorlar çünkü önceden tahmin etmek çok önemli değil onlar için. Eşim Yasmina,  bu kuşağa ait. Tuhaf. Gençler beni kendi kuşaklarının yazarı olarak görüyorlar. Eserlerim üzerine yapılan en eşsiz yorumlar, altmışlarda doğan kuşağa ait.

TL: Televizyonun, görsellerin gelişmesi kitapların düşüşüyle örtüşüyor mu?

MP: Kitapta belli bir düşüş oldu ama romanda değil. Kriz içinde olan birşey varsa o kitap değil okuma şeklidir. Bu yüzden okuru daha aktif olmaya itiyorum. Çözümü diğer sanat türlerinde buldum. Yedi periye inanıyorum. Birlikte güçlü bir sanat oluşturuyorlar.  Perilerden biri zor bir duruma düştüğünde diğerlerinden yardım istiyor. Bunların arasındaki ilişki çok önemli. Bu yüzden çözümü diğer sanat türlerinde aradım. 

TL:  Ve ne buldunuz?

MP:  Yedi periden bazılarının evrilebildiğini bazılarının diğerlerine evrilemediğini keşfettim.

TL: Evrilebilen sanatlar hangileri şu anda?

MP: Evrilebilen sanatlar şuanda, kendilerine yararlanıcıların farklı taraflardan bakmasına izin veren sanatlar. Ben onlara tersine çevrilebilir sanatlar diyorum.

TL: Bana tersine çevrilebilir bir sanat söyleyin

MP: Mimari, heykel

TL: Ve bir tersine çevrilemeyen?

MP: Müzik, edebiyat.  Herzaman , tersine çevrilemez bir sanat olan edebiyatı , tersine çevrilebilir olana dönüştürebileceğime inandım.

TL: Zekice, ama biraz hileli görünüyor.

MP: En eski dünya edebiyatında , sözlü edebiyatta , anlatımda hep yeni bir başlangıç ve bir başka son vardır.  Ya da farklı hikayeler için tek ve aynı bir başlangıç vardır.  Ama hayatta hiçbirzaman  hiçbir hikayenin başlangıcını ve sonunu  bu şekilde bulmazsınız. Ama edebiyatta, eğer bir kahramanın ölümü ya da yaşamı okuma şekline bağlıysa bu bir hile olamaz. Bunların hepsi okuru harekete geçirir. Pasif bir okur - dinleyiciden aktif olana geçer. Romanlarda, okurun katılımını gerektirir.  Mesela,  kahramanın, bir kadının, okura aşık olduğu bir romanda soru şudur : Okur ne yapacak? Aşkına karşılık verecek mi?

TL: Hiç komunist oldunuz mu?

MP: Bu soru daha önce de bir Fransız gazeteci tarafından soruldu ve cevapladım . " Ben son Bizanslıyım" Bu cevabı yayınlamadı.  Muhtemelen bir Bizanslı olmanın komunist olmaktan kötü olduğu sonucuna vardı. 

TL: Bana hayatı aşağılayan bir şey söyleyin.

MP: Hazır bulduğunuz herşeyi yıkmak.

TL: Bu, bugün ülkenizde olana bir tepki mi?

MP: Bugün bana düşen tek şey savaş sürerken de inşa etmek. Tıpkı " Rüzgarın Tersi" romanımdaki kahramanımın etrafındaki herkes herşeyi yıkarken binalar inşa etmesi gibi.

TL: Umut var mı?

MP: Yayınevleri beş milyon okurum olduğunu söylüyorlar. Birçok yazar benden daha fazlasına sahip elbetteki, ama bu sayı bile dünyadaki herhangi bir ordunun asker sayısından daha fazla.  Bu birşey demek. Belki, bu okurlar, sadece benimkiler değil tabiiki,  güzelliğin aşktan daha çok olduğu, barış ve huzur içinde okumaya zaman bulacağımız romanların daha fazla olduğu bir dünyada , sevginin vahşete üstün geleceğinin güvencesidir.  Bir an için, okurları düşünelim, seçmenleri değil. 

TL: Ve son soru: bütün bu görüşmeler boyunca gözlemlediğim , sadece kadınlar etrafınızda. Çok nadir bir erkek görülmüştür heralde.  Neden? Bu bir seçim mi  tesadüf mü?

MP: Onların seçimi. Benim için kadın, sanatın bir parçası olmak için erkeğin "nicelliğine" ihtiyaç duyan bir "niteliktir". "Erkek, bir şeyin yarısıydı. Belki ondan daha güçlü, daha büyük, daha güzel bir bütünün güzel, güçlü ve yetenekli yarısı. Demek ki, yüce ve kavranılamaz bir şeyin büyülü yarısıydı. Kadın, bir bütündü. Küçük, yolunu şaşırmış, ne çok güçlü ne çok uyumlu bir bütündü, ama bütündü. " ( Rüzgarın Tersi )



*The Review of Contemporary Fiction , Yaz ( Summer) 1998, Vol. 18.2

Çeviren : Hatice Nisan
Yokuş yol'a dergisinin 2. sayısında yayınlanmıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder