Doktor olsaydım, ona şu teşhisi koyardım:
"Hasta nostalji yetersizliğinden rahatsız.”
Milan Kundera – Bilmemek
Nostalji, Geçmişte kalan
güzelliklere olan özlem duygusu ve bu duygunun baskın bir duruma gelmesidir.
Nostalji kelimesini böyle tarife ediyor Türk Dil Kurumu. Ayrıntılı tarifin
hemen arkasından nostaljiyi tanımlamada vurucu ve tek kelimelik bir atış
geliyor, geçmişseverlik.
Nostaljiyi sadece kelimenin bire
bir karşılığı ile anlam dünyamızda karşılığını bulmasını beklemek yanıltıcıdır.
Zira bazı kelimeler, kendinden fazlasıdır. Dile geldiğinden daha fazlasını
gösterir ve anlatır bize. Nostalji de bu anlamda ziyadesi ile nev-i şahsına
münhasır bir kelimedir. Bulunduğu bağlama göre kendine yer açabilen bu naçiz
kelime, bireysel olandan toplumsala oradan da siyasala birçok sorunu teşhis
etmede bize yardımcı olabilir.
Tarihin biricik nesnesi insan,
nicedir “nostalji hastalığı” ile malul.
Geçmiş ve geçmişe olan tarif edilemez bağlılık, muzdarip olma halinden
fazlasına tekabül etmekte. Nostalji hastalığı, geçmişte yaşananlara toz
kondurmadan, fetiş bir ilişkiye kapı aralıyor. Yaşananlar ile kurulan böylesi
bir ilişki biçimi, anlamlandırma ve
kendini bilme noktasında kafa karışıklığını hemen arkasından getiriveriyor.
Zira nostalji, özü itibari ile kişinin fantezi dünyasını da kapsayan ve bu
fantezi dünyasından kopup gelen bir kavramdır.
Hal böyle olunca yani işin içine
fantezi girince kişiden/sistemden/toplumdan objektif olunması beklemek
safdillik oluyor ne yazık ki. Geçmişe dair bireysel ve toplumsal ne varsa
istenilen, sipariş edilmeye matuf paket programlar olarak toptan bir kabulün
kollarına giriveriyor.
Bu tutum beraberinde “ne yaptım?”
soru cümlesine verilen cevabı baştan hükümsüz kılıyor. Haki, “ne yapmalı?” soru
cümlesini ise başından öksüz/yetim bırakıyor. Zira geçmiş, bir sevicilik
noktasından ele alındığından itibaren kendi kaderine derin çizikler atarak,
makul bir eleştiriyi yapma olanağını hemen elimizden alıveriyor. Bu durum,
değindiğimiz üzere bireysel olandan toplumsal olana kadar yansımış durumda. Her
iki durumda da bir hesaplaşma asla yapıl(a)mıyor artık. Objektif olandan
uzaklaşıp nesnel olana bulandıkça üstümüze kitlenen kapıların haddi hesabını yapmak
da zorlaşıyor.
Best-seller yazarlardan Adam
Fawer bir kitabında “Unutma, ileri
gidebilmen için arkadakileri unutman gerek” gibi bir cümleyi kurmakta beis
görmemiştir. İlk bakışta çok afili bir cümle gibi duran bu motto, yazara ve
yazarın kendi iklimine göre anlaşılabilinir bir şeydir. Ziyadesi ile
pornografik bu cümle, kendi iklim şartlarında ( modern olan/kapitale meyleden
dünya) tümüyle unutma ve unutturma üzerine bina edilen bir dünyanın kapılarını
açık ediyor bizlere... Modern dünyanın zerk ettirmeye çalıştığı tam da bu
mottonun salık verdiğidir aslında. Geçmişi unutmak ile geçmişine fantezi katmak
aynı kapta eritilip önümüze self servis ediliyor.
Adam Fawer’in bu cümlesini
seçmemdeki asıl sebep, bizlere bir karşılaştırma imkânı tanımasıdır. Yazar gibi
geçmişi unutmayı, ileriye doğru atılacak adımların öncülü olarak kabul
ettiğiniz andan itibaren nostalji hastalığına da yakalanmış oluyorsunuz. Zira
geçmişi unutmak ve görmezden gelmek, onu fantezilerle beslerseniz mümkün olacak
bir şeydir. Fanteziler ile gerçeği istediğiniz gibi eğip bükebilirsiniz. Bunun
gerçekleştirmek için tek bir mani bulamazsınız kendinizden başka. Böylece
geçmiş, bir vakıa olarak değil bir hayal dünyası, görülmüş bir rüya olarak addetmeye
başlarsınız.
Hepimiz aynı dertten muzdaripiz. Hepimiz,
ortak bir hastalığın kollarında derdimize deva bulmaya çalışırken kanımızda
dolaşan hastalığı git gide kabul ediyoruz aslında. Kanıksıyoruz. Kanıksadıkça
kendi öncüllerimize yabancılaşıyoruz.
Kendini bilmek, geçmişini bilmek
ile mukallittir. Modern olan, kendini bilen bir insandan çok kendini, kendinden
görmeyeni salık verir. Denklemdeki eşitlikler bu minval üzre kurulur ve diğer
her şey bunlar üzerine bina edilir. Geçmişinize “kaza süsü” verdiğiniz andan
itibaren, sadece kendinizi değil arkanıza aldığınız kültürü ve medeniyete de
aynı durumu layık görüyorsunuz demektir.
Dolaşıma sokulan dil, hepimizin zihin dünyasını darmaduman etmiş durumda
ne yazık ki. Unutulmamalıdır ki elverdiği ölçüde hatırlamamak ya da tam tersi
geçmiş olanı kendi hayal dünyamızda nesnel bir eğip bükmeye tâbi tutmak, modern
insanın arkasında sürekli taşıdığı kafa kâğıdı olmuştur artık.