Oysa
yara bantları yaralar iyileşsin diye değil,
gizlensin
diye yapılıyormuş.
-Ezgin
Kılınç
Herkes kendisine bir ziyan biçmiş,
elbiseyi giydirecek ruh arıyor. Memleket toprağından neden sadre şifa seslerin
yükselmediği sorusu bir mevzu değildir artık hayatlarımızda. Çıkan ya da
çıkabilen sesler ise gürültülerin koynunda can çekişiyor. Her dert, kendi
sahibinin mülkünü ateşe veriyor. Herkes, kendi mülkünün telaşında… Herkesin
mülkü kendinden menkul…
Aniden ve kabarık bir iştahla bir ikaz
düşer lafın arasına: Lütfen kalabalık yapmayınız. Boşlukları dolduracak şekilde
arkaya doğru geçelim.
***
Hangi ağaçtan meyve düşüyorsa onun
altında nefes almak, kuru bir ağacı yeniden yeşertmekten evladır diye düşünüyor
adam. Yol’u, yol’da kalmıştan daha fazla önemsiyor zira. Çünkü her şey
sistematik bir şekilde buna önceliyor zihnine. Bütün bir yolcuğu kendine yük
ettiğinin farkında ama bu durumu kamufle etmede pek mahir. Kendine dahi
çaktırmıyor mevzuyu. Çıkınına yerleştirdikleri ziyadesi ile mutlu mesut
olmasına yetiyor.
Fazla zahmet bir iş olarak görüyor
yaşamayı… Çünkü toprağı kazımak, onu
sulamak, aşı yapmak ağacın köklerine, bir merhamet beslemek kendine, zor...
Modern, postmodern, yapısalcı, işlevselci paradigmalara girmeyiniz diyor.
Boğmayınız kendinizi, bakmayınız sağa sola. Felsefi ve sosyolojik varyasyonlar
iş yaramaz, diyor. Yaşıyoruz işte değil mi?
Can alıcı soruyu sona saklamasını
biliyor. Susturuyor hem karşıdakini hem kendini. Bir karşılaşma imkânını daha maziye
emanet ediyor. Bir soruyu bütün cevaplara kurban ediyor, tek atımlık bir
kurşunla…
Verilen sözler akla düştükçe anlamsız
bir iç ses dile gelir. Adam susar çünkü susması icap etmiştir. İç seslerin
hayata düştüğü şerhlerde, göğüs kafesine yerleşen bir ağırlık vardır her zaman
için. Tarih bile bu kadar temadi etmemiştir kendi içinde.
***
Yaşadığımız kadar sokulmaya çalışıyoruz hayata.
Sesimiz çıkmıyor ama sokulduğumuz kadar da bulanıyoruz bir ağacın köksüzlüğüne.
Kendi yarattığımız dünyada biricik sayıyoruz kendimizi. Başka hayatların
varlığı konusunda taş çatlatan bir şüphecilik içinde buluyoruz kendimizi. Bir
başkasının yarasına dokunmaktansa yaşamayı seçiyoruz. Bütün seçimler, kör bir
yazgının ağzı dili oluveriyor.
Tam bu sırada el yordamı ile bir
yalnızlık bulup çıkarılır saklandığı yerden. İştahlı ikaz, peşi sıra: Bi
ilerlemediniz arkaya doğru, boşlukları dolduralım boşlukları…
İç ses: Keşke boşlukları istenilen manada boş bırakabilsek*
***
Ellerin boşluğu yaranın kendisinde
gizli. Ölen her zaman bir beden olmayabilir, metodik bir kırılmaya maruz
kalırken ruh. Herkesin gözü komşusunun ölüsünde...
Anladık evet, bir başkasının yarasında
gözümüz yok, herkesin gündemi kendine.
*Cem
Mumcu, Makber