17 Ekim 2013 Perşembe

Geçmiş ve Fantezi’nin Arafı : Nostalgia


Doktor olsaydım, ona şu teşhisi koyardım:
"Hasta nostalji yetersizliğinden rahatsız.”
Milan Kundera – Bilmemek


Nostalji,  Geçmişte kalan güzelliklere olan özlem duygusu ve bu duygunun baskın bir duruma gelmesidir. Nostalji kelimesini böyle tarife ediyor Türk Dil Kurumu. Ayrıntılı tarifin hemen arkasından nostaljiyi tanımlamada vurucu ve tek kelimelik bir atış geliyor, geçmişseverlik.

Nostaljiyi sadece kelimenin bire bir karşılığı ile anlam dünyamızda karşılığını bulmasını beklemek yanıltıcıdır. Zira bazı kelimeler, kendinden fazlasıdır. Dile geldiğinden daha fazlasını gösterir ve anlatır bize. Nostalji de bu anlamda ziyadesi ile nev-i şahsına münhasır bir kelimedir. Bulunduğu bağlama göre kendine yer açabilen bu naçiz kelime, bireysel olandan toplumsala oradan da siyasala birçok sorunu teşhis etmede bize yardımcı olabilir. 

Tarihin biricik nesnesi insan, nicedir “nostalji hastalığı” ile malul.  Geçmiş ve geçmişe olan tarif edilemez bağlılık, muzdarip olma halinden fazlasına tekabül etmekte. Nostalji hastalığı, geçmişte yaşananlara toz kondurmadan, fetiş bir ilişkiye kapı aralıyor. Yaşananlar ile kurulan böylesi bir ilişki biçimi,  anlamlandırma ve kendini bilme noktasında kafa karışıklığını hemen arkasından getiriveriyor. Zira nostalji, özü itibari ile kişinin fantezi dünyasını da kapsayan ve bu fantezi dünyasından kopup gelen bir kavramdır.

Hal böyle olunca yani işin içine fantezi girince kişiden/sistemden/toplumdan objektif olunması beklemek safdillik oluyor ne yazık ki. Geçmişe dair bireysel ve toplumsal ne varsa istenilen, sipariş edilmeye matuf paket programlar olarak toptan bir kabulün kollarına giriveriyor.

Bu tutum beraberinde “ne yaptım?” soru cümlesine verilen cevabı baştan hükümsüz kılıyor. Haki, “ne yapmalı?” soru cümlesini ise başından öksüz/yetim bırakıyor. Zira geçmiş, bir sevicilik noktasından ele alındığından itibaren kendi kaderine derin çizikler atarak, makul bir eleştiriyi yapma olanağını hemen elimizden alıveriyor. Bu durum, değindiğimiz üzere bireysel olandan toplumsal olana kadar yansımış durumda. Her iki durumda da bir hesaplaşma asla yapıl(a)mıyor artık. Objektif olandan uzaklaşıp nesnel olana bulandıkça üstümüze kitlenen kapıların haddi hesabını yapmak da zorlaşıyor.  

Best-seller yazarlardan Adam Fawer bir kitabında “Unutma, ileri gidebilmen için arkadakileri unutman gerek” gibi bir cümleyi kurmakta beis görmemiştir. İlk bakışta çok afili bir cümle gibi duran bu motto, yazara ve yazarın kendi iklimine göre anlaşılabilinir bir şeydir. Ziyadesi ile pornografik bu cümle, kendi iklim şartlarında ( modern olan/kapitale meyleden dünya) tümüyle unutma ve unutturma üzerine bina edilen bir dünyanın kapılarını açık ediyor bizlere... Modern dünyanın zerk ettirmeye çalıştığı tam da bu mottonun salık verdiğidir aslında. Geçmişi unutmak ile geçmişine fantezi katmak aynı kapta eritilip önümüze self servis ediliyor.

Adam Fawer’in bu cümlesini seçmemdeki asıl sebep, bizlere bir karşılaştırma imkânı tanımasıdır. Yazar gibi geçmişi unutmayı, ileriye doğru atılacak adımların öncülü olarak kabul ettiğiniz andan itibaren nostalji hastalığına da yakalanmış oluyorsunuz. Zira geçmişi unutmak ve görmezden gelmek, onu fantezilerle beslerseniz mümkün olacak bir şeydir. Fanteziler ile gerçeği istediğiniz gibi eğip bükebilirsiniz. Bunun gerçekleştirmek için tek bir mani bulamazsınız kendinizden başka. Böylece geçmiş, bir vakıa olarak değil bir hayal dünyası, görülmüş bir rüya olarak addetmeye başlarsınız.

Hepimiz aynı dertten muzdaripiz. Hepimiz, ortak bir hastalığın kollarında derdimize deva bulmaya çalışırken kanımızda dolaşan hastalığı git gide kabul ediyoruz aslında. Kanıksıyoruz. Kanıksadıkça kendi öncüllerimize yabancılaşıyoruz.

Kendini bilmek, geçmişini bilmek ile mukallittir. Modern olan, kendini bilen bir insandan çok kendini, kendinden görmeyeni salık verir. Denklemdeki eşitlikler bu minval üzre kurulur ve diğer her şey bunlar üzerine bina edilir. Geçmişinize “kaza süsü” verdiğiniz andan itibaren, sadece kendinizi değil arkanıza aldığınız kültürü ve medeniyete de aynı durumu layık görüyorsunuz demektir.  Dolaşıma sokulan dil, hepimizin zihin dünyasını darmaduman etmiş durumda ne yazık ki. Unutulmamalıdır ki elverdiği ölçüde hatırlamamak ya da tam tersi geçmiş olanı kendi hayal dünyamızda nesnel bir eğip bükmeye tâbi tutmak, modern insanın arkasında sürekli taşıdığı kafa kâğıdı olmuştur artık.




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder