Suskunluğu, bir ölüm üzerinden yeniden tarif edebilme gücü üzerinedir bu yazının ahlakı.
Bu yazı, bir memleket hikâyesidir ve üzerine en kanlısından
bir roket bırakılmıştır.
Bu, yeryüzündeki tüm Ceylan’ların hikâyesidir…
Ceylan on dört yaşında. Belki on iki…
Nüfus kayıtlarının çok da önemsenmediği bir coğrafyanın kızı
O.
Diyarbakır’ın adı hep savaş ile anılan Lice ilçesinden.
Kürt kızı.
Güzel mi güzel...
Fal taşı gibi açılmış gözleri ile fotoğraf çektirirken,
vicdana ağır sapmalar bırakıyor, bakışlarından fırlayan o masumiyet…
Bir de makarna seviyor, salçalı…
Ceylan bir sabah, her zamanki sabahlar gibi hayvanları
otlatmaya çıkıyor evinden.
Çıkmadan önce annesine iyice bir tembihliyor. “Makarna
isterim” diye.
Çıkıyor. Evlerinin henüz üç yüz metre uzağına gidemeden bir
havan mermisi bedenini paramparça ediveriyor.
Bir havan mermisi, aslında hayatımıza, hayatlarımıza düşüyor.
Bir havan mermisi, aslında hayatımıza, hayatlarımıza düşüyor.
Paramparça ediyor, neye ve kime inanıyorsak.
Sonra hâkim olan havayı solumaya başlıyoruz.
Önce savcı sonra doktor sonra jandarma “güvenlik gerekçesi”
ile gitmiyorlar köye.
Güvenliklerinden şüphe ediyorlar. Şüphe edilmesi elzem olan
onca şey varken.
Güvenemiyorlar ölünün başında ağıt yakanlara.
Annesi topluyor etekliği ile Ceylan’ın başını ve
ayaklarından arta kalan vücudunu.
Etekliği ile “Can”ını topluyor…
Sesini duyuramayan annesi soruyor, yine mahzun:
Kim katletti
Ceylan’ımı? Hadi katledildi, kim sahip çıkmaz Ceylan’ıma?
Hadi sahip çıkmadınız, peki hiç mi umursamadınız on dördünde
bir genç kızın ölümünü?
Soruyor, sesi çıkmayan anne, kesif sessizliğe…
Sonra tozu dumana katan bir sessizlik çöküveriyor
memleketimin üzerine.
Vebalini kimse boynuna borç bilmiyor.
Kimse karşılığı olmayacak bir hesap içerisinde olmak
istemiyor.
Kırsal bir ölümü reva görüyoruz el birliği içerisinde Ceylan'a.
Ölümü, kalplerimizde yaşıyoruz tüm memleket ahalisi olarak.
Ceylan…
Ceylan’ım…
Güzel Kızım.
Şimdi kulaklarda, yüreklerde ve tüm bir coğrafyada ağır
iltihap zamanı...
Yoksa zamanı bir antibiyotik mi sandık bu zamansızlıkta?
12 Ekim 2009
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder