27 Eylül 2013 Cuma

Biz, Şehir Ahalisi




Güneş neredeysek orada bulur bizi
Ya cünup ve yalancı veya miskin ve ülser.
Falımız neyse çıksın diye açarız indeksleri
Sayılar bizi bulur, o ayıp işaretler*



Bir tutunamama öyküsüdür modern insanın yaşadığı/yalnızlığı. Dün ve bugünün hesabını vermeyen/veremeyen ama gelecek kaygısı ile sürekli terbiye edilmeye çalışılan netameli bir öykü bu. Bundan, kayıtlara düşmeli tüm olan biten. Zira zaman, ellerimizden kayıp giderken kâr/zarar hesabında olmaması gereken bir muhite kayıtlarımız düştü. Suretimizi unuttuk nicedir. Nicedir, hüzzam bir öykünün nağmeleri kulaklarımızda. Anlatım kalıplarının hiçbirine sığmayan ama özünde hep bir sızının vuku bulduğu, anlatması kolay, velâkin zaman denkleminde hazinliği mendil ıslatan bir öykü bu... Ve bir o kadar ağlamaklı…

 “Sevda ne yana düşer Usta?” dizesinin artık anlamsız olduğu üzerine kurgulanmıştır her şey. Neye karşılık geldiğini/geldiğimizi bilmediğimiz bir “Kurgular Cumhuriyeti”nin sakinleri olup çıktık. Kendi yanlışını/acısını/umudunu/hayalini yaşayamayanların bağrışlarından oluşan kalabalıklar oluverdik bir anda. Kabahatlerimizi başka kabahatlerle örtme konusunda mahiriz artık. O kadar kendimizden eminiz. Bu eminliğimizi sorgulayanlara olduğu gibi karşıyız. Toptan redde meyyaliz. Olduğu gibi küfrediyoruz karşımıza konulan eleştirilere. Bir yanlışın da koynunda büyünülebileceği ezberi, modern dünyanın suları altında kaldı. Limanlara çöl yalnızlıklarını boşuna kondurmadık.

Ekmeğin aslanla olan hasbıhali, çoktan kayıt dışı hayatlarımızda masal tadı oluverdi. Fark etmedik bile. Sabahı karşılamak bir zaman mefhumu değil artık. Mekân ise kara parçasıdır artık yüzeyin herhangi bir yerinde.  Coğrafyalara sığmayacak ölçeklerden münezzehtir hüznümüz velhasıl… Bilemedik.

İman denilenin aslında “aşk” ile olan içli dışlı muhasebemizi/muhabbetimizi sosyal/siyasal/ekonomik âleme kurban vereli ellerimize ve dahi kalbimize sirayet eden kanı temizlemek epey bir zamandır çaba olmaktan sayılmıyor. Kabullendik. Kanıksadık. Antlaştık. Biz, kabullenip kanıksadıkça ve antlaştıkça gelip geçici olanın uçuculuğuna, karanlık tarafın uysal müritleri oluverdik.

Eskiden ama çok eskiden mütemadiyen yoklama çekerdik kalbimize. İtikadın, balçıkla sıvanamayacağını bilirdik. Yürümenin bir yol ayrımı tabelasından daha fazlasını içerdiğini tecrübelerimizle sabit kılmıştık. Her çekilen yoklamada biraz daha kuşkuya boyanırdı tüm uzuvlarımız. Gocunmazdık. Şüphenin kendini belirsiz bir tende bulmasını imandan sayardık. Şükür sahibiydik. Nihayetinde varılması gereken yere varır, eksiğimize iman etmiş bir hal’de yaşamaya devam ederdik.  

Şimdi tüm mesele, bu hazin ve bir o kadar ağlamaklı öykünün bizden ne kadar aldığıyla alakalıdır. Ve tabi geriye ne bıraktığı… Bütün bu yazılanlar bir hamaset oyunu olarak algılanabilinir. Şizofrene bulaşmış bir aklın/ruhun kendi kendisi ile konuşmayası ya da… Ama en nihayetinde geride, konuşulacak bir mevzuumuzun dahi kalmadığı gerçeği var önümüzde. Herkesin gözü aydın. Ölüm, çok uzak artık bizden… Zaten arzulanan ve bir nesne haline getirilmeye çalışılan da bu değimliydi? Muzaffer bir eda yakışır şimdi.

Bir tutunamama öyküsüdür modern insanın yaşadığı. Zira tutunacak bütün dallar,  birer bire koparıldı itina ile. İnanmayı ve güvenmeyi yitirdi çünkü âdemoğlu. Bazen bir şiirin, bir öykünün ; bazen bir cümlenin bazen de sadece bir gülüşün hayatlarımızı değiştirebileceği, bir ihtimal olmaktan çıktı. Kapımızı tıklatacak yarenlerimizi ( siz bunu “her şey” olarak da okuyabilirsiniz ) suyun öte yakasında unuttuk. Arama zahmeti ise kuvvet yoksunudur bu zaman aralığında. Aldık ve kabul ettik.

Anlatmalı demişti adam. Sade ve sadece anlatmalı. Bir anlatıcıya düşen, kıyıya köşeye bırakılmış/atılmış fiil köklerinin hakkını vermek olmalı demişti. Buraya kadar gelmişken şöyle demeli: Belki biz, şehir ahalileri olarak kendimize itikat telkin edebileceğimiz bir şeyler bulmamızın tam zamanıdır. Tam zamanıdır ya da ölmenin…  



Biz şehir ahalisi, üstü çizilmiş kişiler
Kalırız orda senetler, ahizeler ve tren tarifesiyle
Kimbilir kimden umarız emr-i bi'l-ma'ruf
Kimbilir kimden umarız nehy-i ani'l-münker
Bize yalnız oğulları asılmış bir kadının
Memeleri ve boynu itimat telkin eder.**
 




*/** Dişlerimiz Arasındaki Ceset, Şiiri - İsmet Özel



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder