11 Haziran 2014 Çarşamba

Yasanın Önünde (1915), FranzKafka

Yasa’nın önünde bir kapıcı durmaktadır. Taşralı bir adam bu kapıcıya gelerek Yasa’ya kabul edilme ricasında bulunur. Fakat kapıcı şu anda buna izin vermeyeceğini söyler. Adam bunu bir an düşünür daha sonra kabul edilip edilmeyeceğini sorar. “Mümkün” der kapıcı, “fakat şimdi değil”. Kapı, her zamanki gibi açık durduğundan ve kapıcı da kapının bir yanında dikildiğinde, adam da biraz öne eğilerek kapının girişinde pek de aydınlık olmayan içerisini şöyle bir görmeye çalışır. Bunu izleyen kapıcı güler ve şöyle der; “Eğer içeriye girmeyi bu kadar istiyorsan, benim reddime rağmen girmeyi bir dene istersen. Ama şunu bil; ben güçlüyüm ve ben kapıcıların en sonuncusuyum. Her salonun girişinde başka bir kapıcı ile karşılaşacaksın, her birisi bir öncekinden daha güçlüdür. Üçüncü kapıcı öyle güçlü ki ben bile ona bakmaya dayanamıyorum.” 

Bunlar taşralı adamın beklediği zorluklardı. “Yasa elbette herkesin her zaman erişebileceği bir şey olmalıdır.” 
diye düşünüyordu. Ama şimdi, kürk mantosu içindeki, kocaman sivri burunlu, uzun, ince tatar sakallı kapıcıya baktıkça girme iznini alana kadar beklemenin daha iyi olacağına karar verdi. Kapıcı ona bir tabure verdi ve kapının bir yanına oturttu. Adam orada günlerce, yıllarca  oturdu. Kabul edilmek için bir çok girişimde bulundu ve ısrarcılığıyla kapıcıyı yordu. Kapıcı ara sıra onunla konuşuyor, ona evi ve başka şeyler hakkında 
sorular soruyordu. Ancak bu sorular büyük efendilerin sordukları sorular kadar kayıtsızca sorulmuş sorulardı. Ve konuşmalar hep henüz içeriye girmeyeceği cümlesi ile bitiyordu. Bu yolculuk için yanında pek çok şey getirmiş olan adam, sonunda kapıcıya rüşvet vere vere her şeyini tüketti. Memur her şeyi kabul etti ama hep şunu vurguladı: “Bunu kabul etmemin tek nedeni, acaba yapmadığım bir şey kaldı mı diye düşünmekten 
kurtarmaktır seni.” 

Bu yıllar boyunca adam dikkatini neredeyse sürekli bir biçimde  kapıcı üstünde yoğunlaştırdı. Diğer kapıcıları unuttu, ve bu ilki ona yasaya erişim yolundaki engel gibi görmeye başladı. Kötü talihine lanet etti; ilk yıllarda yüksek sesle ağzına geleni söylüyordu, daha sonra yaşlandıkça yalnızca kendi kendine homurdanır oldu. Gitgide çocuklaştı; kapıcıyı uzun yıllardır temaşa ettiğinden ve kürk yakasının üstündeki pireleri dahi artık çok iyi tanıdığından, kapıcının fikrini değiştirmek için kendisine yardım etsinler diye pirelere bile yalvarmaya başladı. Gözleri zayıfladı, artık uzağı pek görmemeye başladı. Dünyanın gerçekten karanlık mı olduğu yoksa gözlerinin mi kendisini aldattığını bilmez oldu. Ama içinde bulunduğu karanlıkta, yasanın kapısından söndürülemez bir ışığın sızmakta olduğunun farkına varmıştı. Pek fazla zamanı kalmamıştı artık. Tam ölmeden önce bu uzun yıllar boyunca yaşadığı tecrübeler kafasında tek bir noktada, şu ana kadar kapıcıya sormamış olduğu bir soruda birleşti. Elini sallayarak kapıcıya gelmesini işaret etti, çünkü artık kaskatı kesilmiş olan 
vücudunu kaldıramamaktaydı. Kapıcı ona doğru eğilmek zorunda kaldı, çünkü  aralarındaki boy farkı taşralı adamın aleyhine oldukça değişmişti. “Şimdi ne istiyorsun?” diye sordu kapıcı, “ne kadar tatmin olmaz adamsın.” “Herkes yasaya ulaşmaya çalışıyor.” dedi adam, “peki nasıl oluyor da bunca yıldır buraya benden başka, Yasa’ya kabul edilmek talebiyle gelen olmadı?” Kapıcı adamın hayatının sonuna geldiğini anlamıştı , 
adamın iyice zayıflamış olan kulaklarını işitebilmesi için iyice yaklaşarak haykırdı: “Senden başka kimse kabul edilemezdi bu kapıdan, çünkü bu kapı yalnızca senin için yapılmıştı. Artık şimdi kapatacağım onu.” 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder